Aksaray Üniversitesinde (ASÜ) “Müdahaleden Risk Azaltmaya Afet Yönetimi” başlıklı bir konferans gerçekleştirildi. Konferansa konuşmacı olarak katılan Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Dr. Öğr. Üyesi Hüseyin Koçak, Türkiye’deki pek çok büyük şehrin birinci ve ikinci derece deprem bölgesi içinde yer aldığını belirterek, aksiyona dönük stratejik hazırlıklar yapılması gerektiğini vurguladı.

‘AFETLERİN DOĞRUDAN VE DOLAYLI ETKİLERİ VAR’

Afetin tehlike, kırılganlık ve maruziyetin kesişimi olduğunu söyleyen ve kavramlar hakkında bilgiler veren Hüseyin Koçak, deprem, sel, heyelan gibi doğal kaynaklı olayların, kesişimin birinci bileşeni olan “tehlike” sınıfında yer aldığını iletti. “Kırılganlıklar” kavramının içinde toplumsal durum, kurumların afet yönetimiyle ilgili müdahale altyapısı ve farkındalık gibi detayların olduğunu dile getiren Koçak, olası tehlikelerin toplumda ve yönetim sisteminde oluşturacağı negatif unsurların da “maruziyet” kümesinde bulunduğunu belirtti. Afetlerin doğrudan ve dolaylı etkileri olduğuna da dikkat çeken Koçak, “Doğrudan etkiler; ölüm, yaralanma, özel yahut kamu mülklerinin yıkılması, geçici konut sağlama ve yer değiştirme maliyetleri, tarım ve hayvancılıkta yaşanan kayıplar, ekipman kaybı, kullanılabilir arazi kaybı, tarihi belge kaybı şeklinde ifade edilebilir. Dolaylı etkiler ise geçim kaynaklarını yitirme, potansiyel gelir kaybı, nüfus kaybı, toplumsal karakterin değişmesi, organizasyon problemleri, kritik hizmet kaybı, ruhsal hastalıklar, yas tutma ve duygusal hassasiyetler şeklinde özetlenebilir” dedi.

‘NÜFUS ARTIŞI AFETTEN ETKİLENMEYİ DE ARTTIRIYOR’

Nüfus artışına dikkat çeken ve bu durumun afet etkisini arttıran bir özellik barındırdığını söyleyen Dr. Öğr. Üyesi Hüseyin Koçak, “Dünya her geçen gün daha kalabalık bir hale geliyor ve insan nüfusu artıyor. Ulaşımın gelişmesiyle de insanlar dünyanın bir ucundan diğer ucuna çok kısa sürelerde yer değiştirebiliyorlar. Bunlar, hem doğal hem de insan kaynaklı oluşabilecek afet risklerini arttırmaktadır. Birleşmiş Milletlerin raporlarına göre 1950’li yıllarda dünya nüfusu 2,5 milyar civarındaydı. Bugün ise 8 milyarı aşmış durumda. 30 yıl içinde de nüfusun 10 milyarı aşması bekleniyor. Nüfusun artması, gelecekte meydana gelecek afetlerin zararlarının daha büyük boyutlara ulaşacağını gösteriyor” dedi. Son 40 yıl içinde oluşan afetlerin yedişer yıllık periyotlar halinde sıralandığı bir rapordan da bahseden Dr. Koçak, son yıllarda afet sayısının ciddi biçimde arttığını kaydetti. Buna bağlı olarak afetler nedeniyle hayatını kaybeden insan sayısında da önemli artışlar olduğundan söz eden Koçak, “Deprem, tsunami, fırtınalar, aşırı sıcaklıklar, sel ve kuraklıklar dünyada en fazla görülen afetler arasında yer alıyor” dedi.

‘TÜRKİYE AFETLER KONUSUNDA ORTA RİSKLİ BİR ÜLKE’

Sunumunda Türkiye özelinde bilgilere de yer veren Dr. Hüseyin Koçak, Avrupa Birliği tarafından geliştirilen Risk Endeks Merkezi’nin çalışmalarını aktardı. Merkezin, ülkeleri tehlike, kırılganlıklar ve afetlerle başa çıkma kapasiteleri üzerinden değerlendirdiğini belirten Koçak, 10 puan üzerinden yapılan analizlere göre Türkiye’nin, 4,7 puanla orta riskli ülkeler arasında yer aldığını iletti. Skor hesaplamasının sadece doğal kaynaklı afetleri değil, savaş ve iç çatışmalar gibi insan kaynaklı afetleri de kapsadığına temas eden Koçak, “Türkiye’nin çevresi bu manada bir ateş çemberi. Bu nedenle, bizim kesinlikle afet öncesi, sırası ve sonrasına yönelik hazırlıklar yapmamız gerekiyor” dedi. Türkiye’de ölümlere, yaralanmalara ve kayıplara neden olan doğal kaynaklı olayların başında depremlerin geldiğini anlatan Dr. Koçak, şöyle devam etti: “İstanbul, Bursa, Kocaeli, İzmir, Kahramanmaraş, Adana, Hatay… Türkiye’nin büyükşehirleri birinci ve ikinci dereceden deprem bölgesi içerisinde. Depremler başta olmak üzere tüm afetlere stratejik düzeyde hazırlanmamız çok önemli. Bu yıl yaşanan depremler afet öncesinde yapmamız gereken çok şeyin olduğunu gösterdi.”

Koçak, sunumunun sonunda Türkiye için depremlerin yanı sıra şiddetli yağış, sel, fırtına, sis, dolu, kuraklık ve heyelan gibi pek çok riskin de bulunduğunu söyledi ve Türkiye’de artık farkındalık çalışmalarının ötesinde, aksiyon alınabilecek işler yapılması gerektiğinin altını çizdi. (Haber Bülteni)