Kıymetli Okurlarım
Modern yaşam, hızla değişen teknoloji, yoğun iş temposu ve sürekli bir hareket halindeki kent yaşantısıyla insanları adeta yutmaktadır. Bu koşuşturmaca içinde, birçok kişi kendine zaman ayıramaz halde bedensel ihtiyaçlarına odaklanırken, ruhsal ihtiyaçlarını göz ardı eder hale gelmiştir. Bu süreçte, insanın en temel manevi ihtiyaçlarından olan inanma duygusu da eksik kalmaktadır. Son yıllarda içsel bir huzur arayışı içinde olan modern insan, bu eksikliği doldurmak için çeşitli yöntemlere başvurmaktadır. Örneğin yoga ve meditasyon, kökeni Uzak Doğu Hint dinlerine dayanan ve Batı’da ve ülkemizde giderek popülerlik kazanan bu yöntemlerden bazılarıdır.
Dün İslam’da i’tikaf ibadeti ile ilgili genel bilgiler üzerine sohbet etmiştik. Bugün ise, modern dünyada artan yalnızlık hissinin, aslında bir manevi yolculuğa çıkmak için bir fırsat olabileceğini ve İslam’ın bu anlamda sunduğu itikaf ibadeti ile nasıl olumlu bir deneyime dönüştürülebileceğini ele alacağız. Aynı zamanda, yalnızlık ve itikafın, bireyin kendini tanıması, iç huzura ulaşması ve manevi bir yükseliş ile Rabbine yakınlaşması için bir vesile olacağı üzerinde duracağız.
Kıymetli Okurlarım,
Yalnızlık, insanlık tarihi kadar kadim bir kavram, yalnızlığını fark edip Havva’yı isteyen Adem’in hissettiği bir duygu. İlk yalnızlık deneyimi Hz. Adem’in cennetten dünyaya gönderilişi ile karşımıza çıkar. İlk insanın, günahına karşılık olarak ödediği bir bedel olan yalnızlık, eşini bulmasıyla biter. Yalnızlık, tarih boyunca hem olumsuz bir deneyim olarak görülmüş hem de bireyin kendini gerçekleştirme sürecinde önemli bir rol oynamıştır.
Modern psikoloji, yalnızlığı çoğunlukla olumsuz bir deneyim olarak tanımlasa da yalnızlık kavramının çeşitli dinlerde ve manevi inanç sistemlerinde olumlu bir araç olarak kullanıldığını görmekteyiz. İslam medeniyetinde özellikle tasavvuf çerçevesinde yalnızlık, ruhani bir arınma ve kendini tanıma yolculuğudur. Kaynağını Hz. Peygamber (a.s.)’in peygamberlik öncesi uzleti, peygamberliği döneminde i’tikaf uygulamaları ve uzleti tavsiye eden hadislerinden alan yalnızlık, uzlet, halvet, çile, gibi çeşitli kavramlarla ifade edilmiştir. Hz. Muhammed (a.s)’in peygamberlik öncesi dönemde, tek başınalığı ve zahidane bir hayat tarzını tercih ettiğini, Hz. Aişe’nin şu rivayetinden anlıyoruz: “Resulullah’ın, ilk vahiy başlangıcında kalbine yalnızlık sevgisi bırakıldı/Peygamber’e (a.s.) yalnızlık sevdirildi. O, Hira Dağı’ndaki mağarada yalnızlığa çekilip, orada tehannüs (yalnız başına tefekkür, ibadet) ederdi”.
Kıymetli Okurlarım,
Kuran-ı Kerim’de bizlere bildiren geçmiş peygamberlerin de hayatlarında, belirli dönemlerde yalnızlık/uzlet hayatına çekildiklerini görüyoruz. Bu büyük şahsiyetler, yalnızlık ve uzletin, kendini tanıma, ilahi vahye açıklık ve ruhani bir arınma süreci olarak önemini yaşamlarıyla bizlere öğretmişlerdir. Örneğin, Hz. Musa (a.s.)’ın en bilinen uzleti, Tur Dağı’nda Allah’la buluşmasıdır. Kırk gün ve kırk gece süren bu yalnızlık dönemi, Hz. Musa’ya Tevrat’ın indirilmesiyle sonuçlanmıştır. Bu süreç, yalnızca bir ilahi kitabın indirilmesi değil, aynı zamanda bir liderin manevi olarak arınması ve güçlenmesi açısından da önemlidir. Yine, Yunus öfkeyle kavminden ayrıldıktan sonra bir balığın karnında üç gün geçirir. Bu dönem, Hz. Yunus’un Allah’a olan bağlılığını yeniden keşfetmesi, hatasını anlayıp tövbe etmesi ve toplumuna geri döndüğünde onları affetmesi için bir fırsat olmuştur. Hz. İsa ise manevi yolculuğunda, kırk gün boyunca Filistin çölünde yalnız kalmış ve şeytanın cazibelerine karşı direnmiştir. Ve son olarak, Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), peygamberlik öncesi dönemde, Mekke yakınlarındaki Hira Mağarası’nda uzun süreler yalnız kalarak tefekkür etmiştir. Bu dönemde, Hz. Muhammed (s.a.v.), toplumsal adaletsizlikler üzerine düşünmüş ve ruhani bir arayış içinde olmuştur. Bu yalnızlık ve tefekkür dönemi, sonunda Cebrail (a.s.) tarafından ilk vahyin getirildiği ve Hz. Muhammed (s.a.v.)’in peygamberlik görevine başladığı döneme yol açmıştır.
Tüm bu örneklerden anlıyoruz ki, peygamberlerin hayatlarında yalnızlık ve uzlet, onların manevi yolculuklarında ve ilahi görevlerinde önemli bir rol oynamıştır. Bu dönemler, sadece birer ilahi mesaja hazırlık veyahut mesajın alındığı zamanlar olmanın ötesinde, aynı zamanda bireysel arınma, güçlenme ve ruhani derinliğin kazanıldığı süreçlerdir.
Kıymetli Okurlarım,
Modern dünyada artan yalnızlık hissi ve sosyal izolasyona karşın bir arayışın sonucu olarak, yoga ve meditasyon gibi yöntemler, modern dünyanın getirdiği stres ve yorgunluğu hafifletmede, bir nebze olsun uzaklaşması için birer araç olarak görülebilir. Ancak, bu yöntemler bazen sadece yüzeysel bir rahatlama sağlamakta ve bireyin daha derin manevi ihtiyaçlarını karşılamada yetersiz kalmaktadır. Ancak i’tikaf ibadeti bireyin ruhunu doyurmakta ve ona kalıcı bir huzur sunmaktadır. Zira i’tikaf, sadece bir kaçış yöntemi değil, aynı zamanda bireyin kendini ve Rabbini daha yakından tanıması için yaptığı bir yolculuktur. Bu bağlamda, itikaf, modern çağın zorluklarına karşı ruhani bir sığınak ve bireyin kendi iç dünyasını keşfetmesi için bir fırsat sunmaktadır. Bizlere en güzel örnek (üsve-i hasene) olan Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), Ramazanın son on gününde itikafa girerek bu süreci bir manevi arınma, düşünme ve ibadet zamanı olarak değerlendirmiştir.
Modern insanın yoğun kent hayatı ve ilişkilerinden kendine zaman ayıramaması ve kendini tanıyamaması bizleri gerçek benliklerimizden ve manevi ihtiyaçlarımızdan uzaklaştırmaktadır. Yoga ve meditasyon gibi yöntemler geçici çözümler sunarken, İslam’ın sunduğu itikaf ibadeti gerçek ve kalıcı bir çözümdür. İ’tikaf, bireyin kendi içine dönerek, manevi bir arınma ve yenilenme yaşamasını sağlamakta ve ona derin bir huzur ve anlam sunmaktadır. İtikaf, yalnızca bir kaçış ya da geçici bir sığınak değil, aynı zamanda bizi içsel bir yolculuğa çıkararak, yaşamın anlamını ve varoluşumuzun derinliklerini keşfetmemize yardımcı olmaktadır. İ’tikaf sırasında yapılan ibadetler, dua ve zikirler, kişinin Allah ile olan manevi bağını güçlendirmekte ve ona içsel bir huzur sunmaktadır. Bu nedenle, içsel huzuru ve anlamı arayan herkes için i’tikaf, deneyimlenmesi gereken zengin bir ibadettir.
Kıymetli Okurlarım,
İ’tikaf, bize, gerçek huzurun dış dünyadaki başarılarımızda veya maddi kazanımlarımızda değil, kalbimizin derinliklerinde ve Allah ile olan bağımızda yattığını hatırlatır. Unutmayalım ki, gerçek huzur ve anlam arayışı, dış dünyadan çok, iç dünyamızın derinliklerinde yatmaktadır. Yüce Rabbimiz Kuran-ı Kerim’de “Onlar ki, inanmışlar ve Allah’ı anmakla kalpleri huzur ve doyum bulmuştur. Çünkü bilin ki kalpler, gerçekten de ancak Allah’ı anarak huzura erişir.” buyurmaktadır. Bizler kendimize ve maneviyatımıza yatırım yaparak, hayatımızda gerçek bir dönüşümü ve huzuru deneyimleyebiliriz. Bu yüzden, şimdi, bu an, kendimize ve ruhumuza dönme, içsel huzurun ve anlamın peşinden gitme zamanıdır. Selam ve dua ile..
Emine Büşra Yılmazer