Köşe yazıları

Sürekli suçlu olmak mümkün mü?

Sürekli suçlu olmamız pek mümkün değil ancak sürekli suçlu hissetmek mümkün ve bahsettiğim bu durum bazılarımızın yaşamını çekilmez bir hâle getirebiliyor. Peki neden sürekli suçlu hissederiz? Bu duygudan kurtulmanın bir..

Sürekli suçlu olmak mümkün mü?

Sürekli suçlu olmamız pek mümkün değil ancak sürekli suçlu hissetmek mümkün ve bahsettiğim bu durum bazılarımızın yaşamını çekilmez bir hâle getirebiliyor. Peki neden sürekli suçlu hissederiz? Bu duygudan kurtulmanın bir yolu yok mu?
Önce biraz suçluluktan bahsedelim.
Suçluluk duygusu hemen hepimizin hayatının bir yerinde mutlaka hissettiği bilinçli bir duygudur. Eğer gerçekten suçlu hissetmemiz gereken bir durum varsa doğal ve normal olan suçlu hissetmemizdir. Bugün dünyamızdaki kötülüklerin ve acıların sebebi bu suçluluk duygusunun olmaması yani vicdanın görevini yerine getirememesidir. En tepeden en aşağıya kadar insan ilişkilerindeki çatışmaların, öfkenin ve manipülasyonların sebebi kendini diğerlerinden üstün görmek ve her şeye yalnızca kendinin hakkı varmış hissiyle yaşamaktır. Bu yüzden suçluluk ve pişmanlık duyguları hem kişinin kendi davranışlarını düzenlemesi hem de insan ilişkileri açısından oldukça mühimdir. Burada bahsettiğimiz, orantısız bir şekilde kendine yönlendirilmiş düşmanlık ve değersizlik duygularıyla kişiyi diğerlerinden daha aşağı ya da haksız olduğuna inandıran suçluluktur. Bu kişiler kendini suçlarken bu olgunun farkında olmakla beraber çoğu zaman bu duygunun sebebi ya belirsiz ya da çarpıtılmıştır. Aşırı suçluluk kişiyi rahatsız eder ancak bu duygudan kurtulmanın bir yolunu bulamayan kişi davranışlarını bu minvalde yönlendirir. Hakkını aramaz çünkü haklı olduğu konularda bile haklı olduğuna dair inancı düşüktür. O haklı olabilecek kadar değerli biri olamamıştır. İnsanların eleştirilerini oldukça içselleştirir ve kişiliği, davranışları hakkında yapılan olumsuz yorumları genelde haklı bulur. Diğer insanların onu kendinden daha iyi tanıdığına inanır bu yüzden insanların yaşamını ve tercihlerini yönetmesine izin verir. Son derece boyun eğici ve uyumlu olan bu kişiler dışarıdan anormal gibi algılanmazlar çünkü radikal tercih yapma ve tartışma çıkarma ihtimalleri düşük olduğu için insanlarla görünürde iyi geçinirler. Kendi istek, arzularından çok karşı tarafı düşünürler. Onlarla empati yaptıklarına inansalar da aslında amaçları birilerini anlamak değil insanlara boyun eğerek yanlarında kaptıkları kontenjanı kaybetmemektir. Her kimlikte ve yaşamda farklı şekillerde tezahür etse de her konuda kendini suçlayan bir insanın kendini savunması ve tercihlerini yaşaması oldukça zordur.

Peki neden sürekli suçlu hissederiz? Haklı olduğumuzda dahi bizi yeterince haklı olmadığımıza inandıran şey ne? Hemen her yerde çocukluk döneminde sevilmeyen çocuklar şeklinde başlayan cümleler görüyoruz ama bu yeterli bir sebep değil. Sevilmek ve güvenmek elbette bir yeni doğanın yaşama tutunması için en temel ihtiyaçtır ancak sevilen çocuklar da kendini suçlu hissedebilir. Erken çocukluk yaşantılarımız bu duyguyu beslemeye oldukça açık bir alandır. Oyuncağıyla oynarken üzerini kirleten çocuğun üstünü başını çekiştirerek kızmak, çocuk sorumluluk almak istediğinde sürekli yapamazsın edemezsin demek ya da o sorumluluğu yerine getirmediğinde orantısız cezalar vermek ve bu durumu sürekli hatırlatmak, sürekli eleştirmek, kendi mükemmeliyetçiliğine bağlı beklentilerle çocuğu altından kalkamayacağı hedeflere yönlendirmek, yaşıtlarıyla kıyaslayıp sürekli eksik yönlerini görmek ve güçlü yanlarını küçümsemek çocuğun içselleştirdiği süreçler hâline gelirse artık o da kendini sürekli eleştirmeye, suçlamaya başlar. Kısacası orantısız ve sürekli yapılan her eleştiri, her müdahale çocukta aynı orantısızlıkta ve süreklilikte bir yansıma bulur. Bunun yerine aileyi suçlama davranışı da gelişebilir. Sürekli aileyi suçlayan, kendi olumsuz davranışlarını bu yetiştirme tutumuna bağlayıp etrafındaki insanlara istediği şekilde davranmaya hakkı olduğunu düşünen kişiler yıkıcı bir kişilik geliştirebilirler. Bu kişiler son derece hırpalanmışlardır ve hayattan alacaklı hissettikleri için diğer insanların onların hatalarını mazur görmesi gerektiğine inanırlar. Aslında sürekli suçluluk hissedenler kadar kırılgandırlar ancak mizaç, deneyim farkı gibi durumlara bağlı olarak bu sürekli suçlanma hâlini böyle bir yaşam stiline dönüştürebilirler. Her iki yaşam stili de yıkıcıdır ancak sürekli kendini suçlayanlar zaman içinde daha çok yara almaya ve kendinden uzaklaşmaya başlarlar. İçe yönlendirilen bu öfke bazen hiç dışa çıkmaz ve kişi bu şekilde yaşayıp ölür. Bu yaşam stili tıpkı genler gibi çocuklara aktarılır ve altsoylar biraz kırpıp biraz çarpıtarak bazen de tam tersi yönde devralarak bu duyguları devam ettirirler.

Kişinin bu aşırı suçluluk hâlinden bir kurtuluşu yok mu? Suçluluk kişinin kimliği olacak derecede üstüne yapıştığında kendini oradan ayrı biri olarak görmesi zorlaşır bu sebeple öncelikle kişiyi ve duyguyu ayırmak gerekir. Eğer sürekli kendini suçlayan biriyseniz öncelikle şu soruları sormalısınız: En çok hangi durumlarda ve kime karşı suçluluk hissediyorum? Suçluluk hissederken bu duyguma bariz bir şekilde eşlik eden duygu hangisi? Kırgınlık, sevilmemek, güvende hissetmeme, değersizlik, anlaşılmama, haksızlığa uğramışlık, yetersizlik? Duygularımızı doğru tanımladığımızda iç görümüz artar ve suçluluk hissimizin kaynağına inmemiz kolaylaşır. Tüm bunlar kendimizi anlamanın ve kendimize şefkat göstermenin kapılarını aralar. Suçluluk psikolojisinin en kötü yanı başkalarına cömertçe paylaştırdığımız şefkati ve anlayışı kendimizden esirgemektir. Kendimize karşı daha anlayışlı olduğumuzda hatalarımızı büyütmek yerine daha gerçekçi değerlendirmeler yapmaya başlarız. Objektiflik arttıkça başkalarının eleştirileri de o süzgece dahil olur ve işe yaramayan, gerçekçi olmayan eleştiriler elenir. Başkalarının yorumları daha az belirleyici oldukça yani onlar insan ve yanılabilirler, ben de insanım ve yanılabilirim düşüncesini içselleştirdiğimizde davranışlarımız da bu yönde şekillenir ve çürüyen olumsuz inançların, duyguların yerini yapıcı duygular almaya başlar. Değersizlik duygusu yerini “en az onlar kadar değerliyim” e bırakır. Hata yaptığımızda artık kendimizi de hoş gördüğümüzü gözlemleriz.
Son olarak…
Yıkıcı duygular çok çabuk benimsenir, bir acı yaşantı pek çok güzel duygumuzu bir anda çürütürken bazen tek bir güzel duyguyu ya da inancı kazanmak için yıllarca çabalarız. Hayat çoğumuz için zordur, bazılarımız için daha da zordur.
Tüm zorluklara rağmen hâlâ vazgeçmeyen kim varsa gerçek savaşçılar onlardır ve onlar iyi ki varlar. Hayat sen güzelsen güzel, sen çabalarsan çaba göstermeye değer…

Sevda Altınkaya

YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)

ÜYE GİRİŞİ

KAYIT OL