Televizyon kültürü internet kültürüne yenilmiş gibi görünse de gündüz kuşağı programlarının ve haftalık dizilerin reytinglerinden anlaşıldığı üzere hâlâ talep sahası geniş. Öyle ki sosyal medyada gezinirken bu program ve dizilerden..
Televizyon kültürü internet kültürüne yenilmiş gibi görünse de gündüz kuşağı programlarının ve haftalık dizilerin reytinglerinden anlaşıldığı üzere hâlâ talep sahası geniş. Öyle ki sosyal medyada gezinirken bu program ve dizilerden alıntılar, paylaşımlar yapıldığını görüyoruz. Ekonomik sorunlardan, ülkedeki hemen hemen her konudaki siyasi kaostan yorulan insanlar gülmek istiyor. Komedi unsuru olarak görülmeyecek paylaşımlar dahi insani duyarlılığın ötesinde bir bakış açısına tabi tutularak son derece yüzeysel ve sıradan bir bilinç tutulmasıyla bizlere servis ediliyor. Her alanda olduğu gibi bu alanda da arz ve talep ilişkisine teslim olmuş durumdayız. Para kazanmak için çocuğunun videosunu paylaşan, yaşamadığı şeyleri başına gelmiş gibi anlatan, dikkat çekmek için kendini paralayan insanların sayısı hiç az değil. Sosyal medya mı bizi yönetiyor yoksa biz mi orayı istediğimiz bir hâle sokuyoruz orası başka bir konu, burada değinmek istediğim nokta, hâlâ hayatımızın bir parçası olmaya devam eden televizyon dizileri.
Özellikle doksanlı yıllarda özel kanalların da televizyon ortamına dahil olmasıyla rekabet kızıştı ve günlük, haftalık diziler; Amerikan, Avrupa toplumları gibi bizim hayatımıza da hızlı bir giriş yaptı. Televizyon yaşamımızın bir parçası oldu, çoğu zaman yalnızlıktan onun sayesinde kurtulduk. Başka dünyalara girmek için kitap okumaktan daha basit bir yoldu ve görsel, işitsel öğelerle desteklenişi ona duyduğumuz ilgiyi arttırdı. Şimdiki çocukların susması için ellerine tutuşturulan tabletler gibi, çoğumuzun çocukluğu, televizyon önüne oturtulmakla geçti. Bu kültürü öyle içselleştirdik ki televizyon kapalı olduğunda evde neredeyse bir ölüm sessizliği beliriyordu. Sohbetlerimizi aniden kesen bir bildirim hâline gelmişti: Biraz sessiz olun, yeni bölüm başlıyor.
Doksanların ve 2000’li yılların başlarında aile ve mahalle dizileri, mafya, komedi ve dram dizileri, aşiret, polisiye, gençlik dizileri, sihirli ve büyülü çocuk dizileri gibi sayamayacağımız kadar türde dizi yapıldı. Talep fazlaydı çünkü insanımız her akşam o saatte diziyi izleyip ertesi gün dizinin gelecek haftaki bölümüne dair yorumlar yapmayı gerçekten sevmişti. Polisiye dizideki kadın polise özendiği için polis olmayı isteyen kızların, mafya dizilerine özenerek sınıfta racon kesmeye çalışan erkeklerin sayısı hiç de az değildi. Hayatımız değiştikçe dizilerin konusu, içeriği ve oyunculuklar da değişti. Önce aile dizilerinin içine yasak ilişkiler, sonra gençlik dizilerine entrikalar girdi. Aynı adama ya da kadına aşık olan arkadaş ve kardeşler, birbirinin ayağını kaydırmaya çalışan iş arkadaşları, para için her şeyi yapabilecek figürler ve kötülerin cezasız kaldığı dizi finalleriyle karşılaştık. Gerçeği bu olduğu için mi böyle anlatılmıştı yoksa toplum tüm bunları televizyondan görüp de mi içselleştirmişti?
İlerleyen yıllarda kısa süreli yaz aşkı dizilerini, parçalanmış aileleri, villalardaki görkemli hayatların kaosunu ve kasvetini, kısa süreli evlilikleri izler olduk. Gerçek hayatın aksine orada evlenmek, boşanmak ve para kazanmak çok kolaydı. Yasak ilişki çocuklarının geleceğini izlemedik ama, yanlış adamlar yüzünden hayatı mahvolan kızların sonunu hiç görmedik. Senaryo tıkanınca klasikleşmiş romanlardan uyarlamalar yapıldı çünkü insanlar kendi dünyasından sıkılmıştı, nostalji artık daha çok ilgi çekiyordu. Günümüze gelene kadar sektör oldukça gelişti, bir dizinin senelerce sürmesi artık çok zordu, insanlar kolay sıkılıyor ve çok çabuk tüketiyordu. Eskimek, hiçbir dönemde bu dönemdeki kadar hızlı olmamıştı. Bunu bilen ve halkın nabzını iyi ölçen senarist ve yapımcılar, çarpıcı olayların yer aldığı diziler yapmaya başladı. Bu olayların çoğu aldatma, yasak ilişki, şiddet, kavga, manipülatif tartışmalar ve zengin olma çabası odaklıydı.
Günümüz dizilerinde sürekli değişen dengeler, istediğini elde etmek için her şeyi yapabilecek karakterler, güzel kıyafetler giymenin ve ortamlara girmenin önemi, değersizleştirilmiş etik ilkeler ve zayıf kadınlar izliyoruz. Kadının ekranlarda bu kadar aşağılandığı başka bir dönem var mıydı bilmiyorum ama reytingi fazla olan dizilere baktığımızda genel olarak öfke kontrolü yapamayan, sorunlu, narsist ve yakışıklı bir erkek, bu erkeğin ilgisini çeken aptal ve paraya ihtiyacı olan ya da güçlü ama en sonunda yine erkek tarafından güçsüz bırakılan kız profili görüyoruz. Nitekim burada da kadınların nihayetini ve bu ilişkilerin içinde psikolojik sorunlar yaşayan çocukları pek izlemiyoruz. En sonunda kadın erkek tarafından hırpalanmış ve eski neşesini kaybetmiş bir konuma getiriliyor. Seyircinin nispeten hoşuna gidecek bir finalle bütün olanlar unutulup karakterler başka dizilere transfer ediliyor. Sonrasını bilmediğimiz hikâyelerin içinde kayboluyoruz ama yalnızca bir dizi, öyle değil mi?
Yirmi yıl öncesine kadar feminist unsurlar taşıyan dizilerde çocuk yapmayı istemeyen, evlenmeyen, kariyer peşinde koşan ve erkekten güç almadan hareket eden kadın profilini hedef göstererek aile kurumunun zayıflatılmak istendiğini söyleyenler, günümüz kadınına çizilen senaryolardan aynı şekilde rahatsız mıdır bilinmez. Bilinen bir gerçek var ki öfkenin, saldırganlığın, fiziksel ve psikolojik şiddetin, paraya tapmanın, hiç düşünmeden kötülük yapmanın, materyalizmin normal bir şeymiş gibi algılandığı diziler izliyoruz. İhanete uğramanın, aldatılmanın gerekçelendirişi bize farklı bakış açıları sunuyor(!)
İnsan birkaç gün banyo yapmazsa önce rahatsız olur, eğer bu banyo yapmama hâli devam ederse kendine kokmaya başlar, hâl devam ettikçe kokuya alışır ve artık koku almaz. Dizilerin bize yaptığı da bu mu yoksa talep eden bizler miyiz?
Bunlar gerçek değil dizi, fazla ciddiye almamak lazım mı yoksa halkın talep ettiği neyse o mu veriliyor?
Bu konuda kararı size bırakıyorum.
Sevda ALTINKAYA
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)