İnsanların mutluluğuna takılıyoruz, başarılarına takılıyoruz, gittikleri yerlere takılıyoruz ve ayaklarımız kaymaya başlıyor. Zaten yere sağlam basmayan ayaklarımız daha bir zorlanıyor yürürken. Az tanıdığımız, hiç tanımadığımız insanların hayatlarının en yakın tanıklarıyız…
İnsanların mutluluğuna takılıyoruz, başarılarına takılıyoruz, gittikleri yerlere takılıyoruz ve ayaklarımız kaymaya başlıyor. Zaten yere sağlam basmayan ayaklarımız daha bir zorlanıyor yürürken. Az tanıdığımız, hiç tanımadığımız insanların hayatlarının en yakın tanıklarıyız. Alım gücü düşük bir toplumda yaşadığımız için marka giyinmek, marka ürün kullanmak bir gösteriş şekli ve başkalarından daha iyi bir maddi konumda olmak onlardan daha üstün hissettirmesi bakımından önemli bir durum hâline geliyor.
Yakın zamanda Influencerların, fenomenlerin; dolandırıcılık, kara para aklama gibi sebeplerden tutuklanması üzerine bu konuyu, daha fazla düşünmeye başladım. Bugün sosyal medyanın gücünü kontrol edemiyoruz ve onu istediğimiz gibi yönlendirmemiz mümkün değil. Instagram gibi göze hitap eden uygulamaların aksine Twitter hak arayışlarını, usulsüzlükleri duyurmak için etkin bir saha olarak kullanılıyor fakat gündem ne kadar çarpıcı olursa olsun en fazla iki gün konuşulup unutuluyor. Zaman zaman konuların saptırılması, gerçeğin çarpıtılması, sahte hesaplar yoluyla provokasyonlar yapılması ve linç kültürünün önüne geçilememesi gibi sebeplerden dolayı aktif bir Twitter kullanıcısı olmak sizi fazlasıyla yıpratıyor. Dünyada ve ülkemizde yaşanan acıların, travmatik olayların hemen hepsi gündem oluyor ve ertesi gün başka acılar, başka travmatik olaylarla yeri doluyor. Bu kadar kötü, olumsuz bilgiye maruz kalıp insanın ruh sağlığını koruması gerçekten zor.
Peki Twitter’a nispeten daha göze hitap eden, toplumsal olaylardan Twitter kadar etkilenmeyen Instagram’da işler nasıl yürüyor? Mutsuz insanların Twitter, hiçbir şeyi umursamayan mutlu insanların ise Instagram kullandığı gibi bir yanılgı var. Bu yanılgıya sebep olan şey, elbette Instagramın gerçeği yansıtmıyor oluşu. Tabii şu konuyu da es geçmemek lazım ki bu mecralardaki etkileşim ve gerilim kimi insanların gelir kapısı. Kimse durduk yere eşiyle yaşadığı olayların en ince ayrıntısına kadar anlatmıyor, çocuğunun ilkokul gününden sevmediği yemeğe kadar paylaşım yapan insanların tabii ki bir amacı var. Belli bir mesleki donanım, amaç ve üretim üzerine açılmış sayfaları ayrı tutuyorum ancak yüz binlerce takipçisi olan fenomen denilen insanların kıyafet, gezmek ve yemek dışında hiçbir paylaşımları yok. Aslında bu ilginç bir şey değil çünkü çoğumuzun sosyal medyası bu şekilde ama bizi yüz binlerce insan takip etmiyor. Temel gıda ürünlerine ulaşmakta, internet faturasını ödemekte zorlanan, yani ay sonunu zor getiren insanların aynı ülke şartlarında yaşadıkları hâlde kendilerinin hayalini bile kuramadıkları hayatları yaşayan insanlara sürekli maruz kalmaları onları daha öfkeli yapıyor ve onlara hayattan alacaklı olduklarını hissettiriyor. Hele ki bu zenginlik aileden ya da büyük başarılardan gelmiyorsa, tam tersine yüksek sosyoekonomik düzeyden gelmeyen, kendinden daha eğitimsiz, daha donanımsız insanlar çok rahat hayatlara sahipse ya insanlar bu psikolojiyle baş edemiyor ve mutsuz, umutsuz bir ruh haline bürünüyor ya da aynı şartlara sahip olmak için hırsızlık, dijital dolandırıcılık gibi illegal işlere bulaşıyor.
Şimdi tüm bunların ortasında takıldığımız mutluluk tam olarak nerede? Aslında ortada bir mutluluk yok, varsa da gösterildiği kadar abartılı değil. Sosyal medyanız sizin kontrolünüzde olduğu için orada istediğiniz şeyi hayal ettiğiniz gibi anlatabilirsiniz. Mutlu bir aile tablosu beş dakikanızı alır, güzelliğinizi göstermek bazen pahalıya mal olur ama doğru estetik, doğru makyaj, doğru kıyafet seçimi gibi kararlar almışsanız, sizi çekecek iyi bir kamera varsa ve fotojenik bir insansanız bu da çözülür. Geride aile mutluluğunuza iç çekerek bakan, güzelliğinizi kıskanan insanlar kalır. Sevilmediğiniz, anlaşamadığınız bir iş ortamında önemli bir toplantıda hissi yaratmanız mümkün. Daha dün ayrılığın eşiğine geldiğiniz, hakaretleştiğiniz nişanlınızla iki gün sonra muhteşem bir düğüne imza atabilirsiniz. Geride başarılarınızı görüp imrenen, büyük aşkınıza hayranlıkla bakan insanlar kalır.
İşte, takıldığımız mutluluk tam olarak bundan ibaret. Fenomenlerin amaçsız paylaşımları, Instagram çevremizin suni mutlulukları ve şişirilmiş başarıları arasına sıkışan kırılgan benliğimizle kalakalırız. Ben neden herkes gibi başarılı olamadım, herkes iyi anne baba ama ben iyi bir ebeveyn değilim, şuna bak herkes bir yerleri geziyor, yeni ülkeler keşfediyor, insanlar bu parayı nereden buluyor, doğru insanı bulmak bana niye nasip olmuyor, hani herkes fakirdi nasıl bu kadar pahalı arabalar kullanabiliyorlar… Tabii benliğimizi en çok kıran soru: Ben nerede yanlış yaptım? Ve sonrasında gelen suçluluk hissi. Bazen şanssız olduğumuzu bazen de gerçekten başarısız ya da mutluluğa değer olmadığımızı düşünerek nihayetinde mutsuz olmaya devam ederiz. Olumlu bir şeyler hissetmek, geleceğe umutla bakmak zaten bu kadar zorken birilerinin bambaşka bir hayatın içinde olduklarını göstermeleri ve tüm bunların tanığı olmamız kişiliğimizi ve benliğimizi korumak adına vermemiz gereken yeni bir mücadeleye itiyor bizi. Kimsenin tanığı olmak istemeyeceği bir hayat sürdüğümüzü düşünebilir, kendimizi önemsizleştirebiliriz. Yaşadığımız hayal kırıklığı ve öfke sevdiklerimizle hatta kendimizle aramızı açabilir. Tüm bunları fark edebilir, yaşadığımız mutsuzluk ve suçluluk hissinden en az etkilenecek şekilde sosyal medyamızı ve çevremizle ilişkilerimizi yeniden düzenleyebilir miyiz? Başkalarının mutluluğuna takılmadan yürüyebilir miyiz? Umarım bunu başarabiliriz.
Sevda ALTINKAYA
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)