Köşe yazıları

Yerine yakışmak duası…

Ben *gövdesinin mutluluklarla pembeleştiğini, ince göz kapaklarının mine mavisi damarlarıyla oynamasından bilirdim* Nazan yengemin. Yaşlarımız pek yakın, pek de uzak sayılmazdı aslında. Abla diyemezdim, adını da yalnız seslenince çıplak  gelirdi..

Yerine yakışmak duası…

Ben *gövdesinin mutluluklarla pembeleştiğini, ince göz kapaklarının mine mavisi damarlarıyla oynamasından bilirdim* Nazan yengemin. Yaşlarımız pek yakın, pek de uzak sayılmazdı aslında. Abla diyemezdim, adını da yalnız seslenince çıplak  gelirdi kulağıma. Bizim buralarda çıplaklığı çağrıştıran her şey büyük ayıptır bilirsin. Yenge münasipti işte. Nazan yengem, evin çiçekler ecesi. Sesi sanki yaz bahar esintisi. Ancak düşe karışan peri melek sıfatlarında bir güzellik. Taze bir sevda hecesi aralarında, amcam Osman Ziya’yla. Acele bir bakışın bile ayrı bir lisanı vardı onların gözleri için. Sanki onlar birbirlerine sarılınca ıhlamur çiçeği kokardı köyün dar sokakları. Nazan yengem ve Osman Ziya. Başlıyorum anlatmaya.

Bizim köyün bağ bozumu vaktiydi. Her bahçenin başına koca koca pekmez kazanları taşınıyor; kimileri ateş yakmaya uğraşıyor, kimileri üzümleri torbaya basıyordu. Kolay iş değildi pekmez işi. Nazına oynayacaksın, köpüğünü toplayacaksın; elinde kepçeyle bekleyeceksin başını. Bizim köy için pek kıymetliydi üzüm, herkes bir sene boyunca bu zamanı gözler, Almancılar mahsul iyiyse gidişlerini bile ertelerdi. Varın gerisini siz düşünün. Pekmez kaynatma işi bitmeye yakın Zarife abla bizim bahçeden yana bakmaya başlardı. Öyle ya önemli mesele kaç şişe pekmez çıkmış, geçen seneye göre nasılmış. Köylük yer merak eder konu komşu, bıkmadan tekrar cevaplarsın, -hiç hatırlamadığın-  tüm senelerle kıyaslarsın,üstüne birde bu sene az çıktı diye hayıflanırsan tadından yenmez.Neyse, birden Zarife ablanın aklına ocaktaki yemeği, beşikteki bebeği geliverdi -laf bitmeye yakın-; kolay gelsin diyip kollarını birbirine kavuşturarak yürüdü. Annem: ‘ Gel kız Zarife Allah ne verdiyse beraber yeriz.’ dese de gitti. Biz zaten yorulmuşuz, ateşi tutturalım derken isin içinde kalmış üstümüz başımız, açlık da cabası. Sofraya dökülüverdik. Domates, biber, yeşil soğan, yufka ekmek bir de çökelek peyniri. Kaseye de biraz pekmezden koymuş annem. Biz büyük bir iştahla katık ederken sofradakileri, Nazan yengeme takıldı gözüm. Nasıl kibar. Nasıl da güzeldi. Ulan dedim insan onca saat çalıştıktan, koca kazanı itip kaktıktan, bu kadar yorulduktan sonra da güzel olabilir mi? İnsan yufkaya sardığı çökeleği yerken de güzel olabilir mi? Oluyormuş valla. Sofrada olsanız anlardınız ne dediğimi. *Yüzüne bakınca bir daha bakmaya fırsatın olsun diye Allah’tan ömür istediğin kadınlar vardır.* Nazan yengem o kadar güzel. Nazan yengemin saçlarına bulutlar, parmaklarına kuşlar yakışır. Ama hep derdi babaannem bahtınız güzel olsun diye. O zamanlar pek anlamazdım. Şimdi sizlere anlatıyorum. Nazan yengemin saçlarına bulutlar, parmaklarına kuşlar, yanına da Osman Ziya yakışırdı. Benim -belki de- ayran gönüllü amcam. Yakışıklı adamdı vesselam. Adı anılmaz bizim evde, yasakladı babaannem o vakitten beri.Çalışmaya diye gitti Almanyalara, uzun uzun mektupları geldi arkasından amcamın; Nazan yengem postacıyı köşe başından dönerken görünce dopdolu  gözleriyle kahkahası renklenirdi. Onun neşesine bürünürdü bizim ev. Kuşlar bir ayrı cıvıldar, güneş bir başka doğardı sanki onun için. Günlerce hatim ederdi o satırları görürdük hepimiz. Geçen gün önce cümleleri kısalttı sonra mektupları azalttı derken; postacı köşe başını dönmez, haber gelmez oldu Osman Ziya’dan. Kimi dedi hovardalık peşinde can verdi, kimi dedi bir tekkeye yüz sürdü elini eteğini dünyadan çekti, kimi dedi hep gavura özenirdi içip içip köprü altlarında geberdi; kimi dedi kaçakçı olmuş hüküm giymiş, kimi dedi feleğin sillesini yemiş. Velhasıl bizim saçına limon sürüp taramaktan öte elinde bir iş görmediğim hayırsız amcam Osman Ziya, ziyan etti Nazan yengemi körpecik zamanlarında. Ne mi oldu? Düştü peşine epey aradı babam. Kalktı gitti Almanya’ya. Dil bilmez iz bilmez, susasa su bile isteyemez. Adım adım aradı koca memleketi. Yaz bitti, güz bitti; babam gitti, geldi, yine gitti, yine geldi. Babam onca kez gitti geldi fakat tek bir haber gelmedi Osman Ziya’dan. Para bitti, evin düzeni bozuldu baktı olacak gibi değil; babaannem çağırdı babamı gerisin geri. Bu sefer köyden gurbete niyetlenen her delikanlının cebine harçlığını, çantasına azığını koydular, kulağına da ‘Osman Ziya’dan bir haber alırsan geçmeden haber et.’ demeyi ihmal etmedi bizimkiler. Ne bir ses ne de haber. Her geçen gün Nazan yengemden bir parça götürürken Osman Ziya’dan tek bir soluk getirmedi. *Geriye kuş kanadının esintisinde bile dengesi bozulan bir kalp kaldı o günlerden.* Bir de yatsı olup odasına çekilince, yanaklarına süzülen ince ve çarpık gözyaşlarına; sayfaları sararmış, kenarları yıpranmış kitabından okuduğu satırlar yengemin.

“ Dayan Nazan/* Dayan kitap ile /Dayan iş ile / Tırnak ile, diş ile/ Umut ile, sevda ile, düş ile / Dayan rüsva etme beni/… Kızlarım/ Oğullarım var gelecekte/ Her biri vazgeçilmez cihan parçası/ Kaç bin yıllık hasretimin koncası /Gözlerinden / Gözlerinden öperim/ Bir umudum sende/ Anlıyor musun? *”

Dayanamadı Nazan yengem. Ruhundan beyaz güvercinler havalandı, için için eridi. 26 yaşındaydı felç geçirdiğinde. Üstünden de çok geçmedi zaten. Benim ‘gövdesinin mutluluklarla pembeleştiğini,  ince göz kapaklarının mine mavisi damarlarıyla oynamasından’ bileceğim kadar bir zaman. Osman Ziya’ya kavuştu mu onu da öğrenemedik. Allah sevdiğine kavuştursun dediler, ondan mı gitti bilemedik. Biz Nazan yengemin güzelliğini Osman Ziya’nın yakışıklılığına yakıştırdık; biri sırlara karıştı, biri toprakla ayrıştı. Ama en azından çok çekmedi Nazan yengem(!)

Allah herkesi yerine yakıştırsın.

// *Bir alıntı tavsiyesidir: Ahmed ARİF’in  “ANADOLU”  şiiri.

YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)

ÜYE GİRİŞİ

KAYIT OL